Münire, İzmir Alsancak’ta sokak arasında bir köşede birçok
kafeden sıyrılarak öylece dinlenen, misafirlerini ağırlayan, deyimi yerindeyse
kendi kafasını, çağını, mutluluğunu yaşayan bir mekan. Batu’yla yaklaşık 2006
yılından beri tanışıyoruz. Türkiye’nin büyük bir kısmını gezememiş olsak da
gezdik, gördük ve sevdik. Ve kendi açımdan söyleyebilirim ki Münire’nin bendeki
yeri oraya ilk adım attığımdan beri bambaşka. İyi ki O’nunla gitmişim oraya ilk
kez.
Şuan bu yazıyı yazarken orada dinlediğimiz Barış Manço
şarkıları kulağımda. Orada yaşamaya çalışıyorum. Sanırım Batu “Ben Münire’den
çok etkilendim ama sen daha fazla etkilendin, bu yüzden orayı senin yazman
gerek.” derken haklıydı. Lafı uzatmadan Münire hakkında konuşmaya başlasam iyi
olacak.
Münire: Eskici, Kahveci, Gazozcu. Evet mekan bunlardan
ibaret. Ama dopdolu. 30’dan fazla gazoz çeşidi bulunmakta. Dağ çilekli kahve
gibi hiçbir yerde içemeyeceğiniz tadları mevcut. O kadar küçük bir mekan ki
içeride 3 masası var. Etrafta her gitmenizde yeniden keşfedeceğiniz birçok
detay var. Daktilolar, eski telefonlar, anahtarlar, eski kasalar, ahşap
bavullar ve daha sayamadığım, göremediğim birçok detay. Beni de en çok bu eski
kokusu kendine çekti sanırım. 10:00-22:00 arası açık ve kesintisiz müzik var.
Evet nostaljik. Ve evet plaktan çalan şarkılarıyla. Benim İzmir’i kısa
ziyaretimden dolayı 2 kere gidebildik Münire’ye ve ikisinde de Barış Manço
dinledik. Yanımda O olduğu için artık Barış Manço da farklı benim için.
Çocukluğumun kahramanlığından çıktı, sevgimin-sevgimizin- şahidi oldu. Bir de
Münire’ye karşı duyduğumuz heyecanın. Eminim ki oraya her gidişimde farklı
şeyler görebilmenin heyecanı olacak.
Batu beni oraya götürürken nasıl bir yere gideceğimi
bilmiyordum. Sadece çok seveceksin dedi o kadar. Kapısına kadar geldiğimiz
halde bir kafe olduğunu ilk bakışta anlayamadım çünkü kapısındaki daktilo ve
eski telefonlara bakıyordum. Herhalde satıyorlar diyerek incelerken kendimi
kapının yanındaki masada buldum. Kapının tam karşısındaki tezgahın hemen
altında eski bavulların üstüne tünemiş bir kedi dikkatimi çekti ilk. Adı Duman.
Kendi gibi duman rengi. Ve ben fotoğrafını çekerken çok alışkın bir şekilde poz
verdi. Ondan sonrasında kafamı kaldırıp kendimi mekana o kadar kaptırdım ki bir
süre fotoğraf çekmek aklımdan bile geçmedi. Benim için hayat çok basit.
Sevdiğim insanla yan yana olduktan sonra nerede olduğum hiç fark etmez. Ama
böyle bir yerde olmak bambaşka bir boyut kazandırdı bize. İçimdeki o tatlı
heyecan başka bir boyut aldı.
Neyse uzatmayacağım. Daha fazla da anlatmayacağım. Benim
gibi eskileri seven, kendini bu yüzyıla ait hissetmeyenler için gidip görülesi
bir yer diyerek konuyu kapatacağım. Çünkü anlatmakla bitmeyecek detaylara
sahip. Ve İzmir’de gittiğimiz mekanlar arasında 2. Sıraya ait. 1. mi? O da bize
kalsın :)
(irem)