16 Şubat 2016 Salı

Münire- Alsancak/İzmir



Münire, İzmir Alsancak’ta sokak arasında bir köşede birçok kafeden sıyrılarak öylece dinlenen, misafirlerini ağırlayan, deyimi yerindeyse kendi kafasını, çağını, mutluluğunu yaşayan bir mekan. Batu’yla yaklaşık 2006 yılından beri tanışıyoruz. Türkiye’nin büyük bir kısmını gezememiş olsak da gezdik, gördük ve sevdik. Ve kendi açımdan söyleyebilirim ki Münire’nin bendeki yeri oraya ilk adım attığımdan beri bambaşka. İyi ki O’nunla gitmişim oraya ilk kez.
Şuan bu yazıyı yazarken orada dinlediğimiz Barış Manço şarkıları kulağımda. Orada yaşamaya çalışıyorum. Sanırım Batu “Ben Münire’den çok etkilendim ama sen daha fazla etkilendin, bu yüzden orayı senin yazman gerek.” derken haklıydı. Lafı uzatmadan Münire hakkında konuşmaya başlasam iyi olacak.



Münire: Eskici, Kahveci, Gazozcu. Evet mekan bunlardan ibaret. Ama dopdolu. 30’dan fazla gazoz çeşidi bulunmakta. Dağ çilekli kahve gibi hiçbir yerde içemeyeceğiniz tadları mevcut. O kadar küçük bir mekan ki içeride 3 masası var. Etrafta her gitmenizde yeniden keşfedeceğiniz birçok detay var. Daktilolar, eski telefonlar, anahtarlar, eski kasalar, ahşap bavullar ve daha sayamadığım, göremediğim birçok detay. Beni de en çok bu eski kokusu kendine çekti sanırım. 10:00-22:00 arası açık ve kesintisiz müzik var. Evet nostaljik. Ve evet plaktan çalan şarkılarıyla. Benim İzmir’i kısa ziyaretimden dolayı 2 kere gidebildik Münire’ye ve ikisinde de Barış Manço dinledik. Yanımda O olduğu için artık Barış Manço da farklı benim için. Çocukluğumun kahramanlığından çıktı, sevgimin-sevgimizin- şahidi oldu. Bir de Münire’ye karşı duyduğumuz heyecanın. Eminim ki oraya her gidişimde farklı şeyler görebilmenin heyecanı olacak.

Batu beni oraya götürürken nasıl bir yere gideceğimi bilmiyordum. Sadece çok seveceksin dedi o kadar. Kapısına kadar geldiğimiz halde bir kafe olduğunu ilk bakışta anlayamadım çünkü kapısındaki daktilo ve eski telefonlara bakıyordum. Herhalde satıyorlar diyerek incelerken kendimi kapının yanındaki masada buldum. Kapının tam karşısındaki tezgahın hemen altında eski bavulların üstüne tünemiş bir kedi dikkatimi çekti ilk. Adı Duman. Kendi gibi duman rengi. Ve ben fotoğrafını çekerken çok alışkın bir şekilde poz verdi. Ondan sonrasında kafamı kaldırıp kendimi mekana o kadar kaptırdım ki bir süre fotoğraf çekmek aklımdan bile geçmedi. Benim için hayat çok basit. Sevdiğim insanla yan yana olduktan sonra nerede olduğum hiç fark etmez. Ama böyle bir yerde olmak bambaşka bir boyut kazandırdı bize. İçimdeki o tatlı heyecan başka bir boyut aldı.
Neyse uzatmayacağım. Daha fazla da anlatmayacağım. Benim gibi eskileri seven, kendini bu yüzyıla ait hissetmeyenler için gidip görülesi bir yer diyerek konuyu kapatacağım. Çünkü anlatmakla bitmeyecek detaylara sahip. Ve İzmir’de gittiğimiz mekanlar arasında 2. Sıraya ait. 1. mi? O da bize kalsın :)  
                                                                                                                                                (irem)