Taş sokakları gezerken bir taraftan da yorulduğumuzda soluklanabileceğimiz kafeleri attık hafızaya. Alaçatı'nın dar sokaklarının iki yanında sıralanan oteller, evler, kafeler ve dükkanlar tek tek incelenmeyi hak ediyor diye düşünüyorum. Öyle zevkle döşenmiş ve yenilenmişler ki insanın karşısına oturup uzun uzun izleyesi geliyor. Köşelerden sarkan begonvil ve sarmaşıklar da cabası.
Sıcak bitki çaylarımızı hüpletip hemen kaldığımız yerden devam ettik. Diğer kapının bu kafeye ait olduğunu anlayarak uyanış yaşadım. :)
Bu sokakta yukarı aşağı gezerken sokağın fotoğrafını çekmek için bir çiftin geçmesini bekliyordum ki Batu kırmızı bir kapı ve kapının üstünde asılı güzelim bir aynayı gösterdi. Çabucak sokağı çekip yanına seğirttiğim an ayrıntılar beni alıp götürdü.
Kapıdan çok ayna, aynayı örten sonbahar yapraklı asma ve altındaki "Kırmızı Ardıç Kuşu" yazısı beni mest ettiğinden kapıyı çekmemişim. :) Sonradan araştırdığıma göre burası bir restorandı ve sanırım Alaçatı sezonunun dışında geldiğimiz için kapalıydı. Ama bu sayede daha rahat fotoğraf çekebildik. Sadece bu ayna karşısında geçirdiğimiz rahat ve hayranlık dolu dakikalar için bile buraya gelebilirdim. Hatta bundan sonraki gelişlerime sebep çoğunlukla bu olacak.
Zar zor aynanın karşısından ayrılıp gezmeye devam ettik. Bu arada yeni takıntım olan her çekilebilecek yansımada da bizi çekmeyi ihmal etmedim. :)
Antika ve eskicilerde de fazlasıyla zaman geçirdik. Bilmem her şeyin gereksiz bir pahalılıkta olduğunu söylememe gerek var mı?
Ve tabii ki kuru çiçeklere olan sevgimden yine hatrı sayılır dakikalarımı onları izlemeye ve çekmeye ayırdım. :)
Sanırım evimin bir köşesi sadece bu güzelliklerle dolacak. Neyse, biz devam ettikçe yavaş yavaş etraf da sabaha göre biraz daha canlanmaya başladı. Ama kesinlikle çok kalabalık değildi. Tam istediğim gibi! Vee aslında istememe rağmen bir tezgahta satılan el yapımı kuru çiçeklerden taç, yüzük, bileklik vb. eşyaları görünce yine dayanamadım. Taçlardan bir tanesini aldık. Bu sene kullanmayanı dövüyorlardı zira.
Ve bir kez daha yorulduğumuzda en başta benim gözüme kestirdiğim Köşe Kahveye girip bir şeyler atıştırmaya karar verdik. Tabi 'bazı güzel kafeler'* koleksiyonuma bir yenisini de eklemiş oldum böylece.
Ben elmalı tarçınlı turtasını denerken Batu yine yemek konusunda akıllı bir seçim yapıp suffle istedi. Olsun benimkinin de görüntüsü güzelliğiyle kadraja girdi. Şekerini biraz az katmışlardı da.
Ah, neredeyse ilk karşılaştığımız güzellikleri unutuyordum. Alaçatı'ya dair tanıştığım ilk şey tabiki de yel değirmenleriydi.
Güzel gezimizin ardından gün yavaş yavaş alçalırken biz de eve dönmek üzere yola çıktık.
Yazın gelmesini iple çekiyorum çünkü gerçek anlamda yalın ayak gezmeye ihtiyacım var. Ama bu demek değildir ki yaza kadar gezmeyeceğim. :) Bu mini gezinti burada bitti. Şimdilik. Nox!