Küçüklüğümden beri fotoğraf çekmek deyince içimde bir
heyecan kopar. Ve arkadaşlarım da çok iyi bilir ki kendim poz veremediğim için
çekerim. Ama 2 günlük İzmir kaçamağında bir anda kendimi kadrajın önünde
buldum.
Ben ve bu kadar rahat poz verebilmek? Şimdiye kadar beni
çeken arkadaşlarım, kuzenlerimin karşısında gerilip poz veremeyen, “tamam bu
kadar yeter ben çekeyim” deyip makineyi ellerinden alıp çeken ben poz vermekten
fotoğraf çekemedim? Demek ki bunun için de doğru kişi gerekiyormuş.
Deneyimlemiş oldum. Ve bendeki doğru kişiler tek bir kişide birleşince tadından
yenmiyormuş. Bugünkü yazımda Baturum yok, safi ben varım. Çünkü bu defa o
kadrajın ardında kalıp benim rahatlığımı deneyimlemek istedi. :)
Ben ki Güzelbahçe gibi şehrin dışında kalmış adı gibi güzel
bahçeleri olan bir ilçenin küçücük bir kısmında kendimi kaybedip gezerken
fotoğraf çekmek için yanıp tutuşan insan, her şeyi bıraktım, poz vermekten
kendi makinemi elime alamadım. Hayatımın en güzel, mutlu ve huzurlu anlarından
biriydi. Akşam güneş batarken, o güzelim ışıkta zeytinliklerin arasından,
kurumuş sarı otların üzerinden geçerken hayatımın sonuna kadar elini tutmak
istediğim adam vardı yanı başımda.
Anlatmaya gücüm yok. Güzelbahçe’yi de anlatmayacağım. Yarım
saatlik bir kaçamaktan fazlası olmadı bizim için çünkü. Ama şunu da belirtmeden
geçemeyeceğim: her şey bizim için yeni başlıyor. Bundan sonra umarım sık sık
güncelleyeceğiz bu bloğu. Kendimizi bulma gücü buldukça.
(İrem)